YAŞAM VE KUANTUM

14.11.2021 YAŞAM VE KUANTUM Kuantum mekaniği veya kuantum fiziğini kuanta adı verilen atom altı parçacıklarını inceleyen bilim dalı olarak tanımlayabiliriz. Yüzyılımızın başlarında kuantum fiziğinin temel taşlarını oluşturan formülleri ve teorileri ortaya atan iki önemli fizikçi Einstein ve Max Planck, maddenin, enerjinin bir başka görünümü olduğunu ve evrende her şeyin bir titreşimden ibaret olduğunu ortaya attı. Buradan yola çıkarak Kuantum biliminin, evrende her şeyin canlı, hareketli ve farklı boyutlarda titreşen bir enerjiden oluştuğunu ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.

İbrahim Durmuş, ‘Yöneticiler İçin Kuantum’ adlı kitabında kuantum fiziği ve bunun yaşamımızla ilişkisi hakkında bize değerli bilgiler sunuyor. Kuantum fizikçilerinin deneyim sonuçlarına göre duyularımızla tanımladığımız madde aynı zamanda enerji. Madde belli koşullar altında kütlesini kaybediyor ve enerjiye dönüşüyor ya da enerji belli koşullar altında maddeye dönüşerek kütle kazanıyor. Bu noktada akla şu soru geliyor? Gözle göremediğimiz bu enerji nasıl oluyor da maddeye dönüşebiliyor?

Kuantum fizikçilerine göre enerji gözlemlenmediğinde dalga olarak kalırken gözlemlendiğinde madde yani parçacığa dönüşüyor. Nasıl bir maddeye dönüşeceği tamamen gözlemciye bağlı. Gözlemci sonsuz potansiyel olasılıklar arasından sadece birinin gerçeklemesini sağlıyor. Bunu bilincini oluşturan düşünceleriyle gerçekleştiriyor. Aslında farkında olmadan bir seçim yapıyor zira olay gerçekleştiğinde bunu ne zaman düşündüğünü hatırlamıyor.

Biz insanlar düşüncelerimizin kafamızın içinde olduğunu düşünürüz. Aslında beynimiz dış çevreye sinyaller yayar ve çevreden gelen sinyallere yanıtlar verir. Potansiyel olasılıklar arasında çok hızlı seçimler yapar. Böylece düşüncelerimizle görünmez sonsuz potansiyellerden birini gerçeğe dönüştürerek neler yaşayacağımızı belirleyebileceğimizi söyleyebiliriz.

Peki, bilincimizle ne düşünürsek gerçekleşebilir mi?

Nörobilimsel araştırmalar bugün sahip olduğumuz düşünce kalıplarımız, inançlarımız, bağımlılıklarımız, korkularımız ve önyargılarımızın özellikle çocukluk dönemimizde başta ebeveynlerimiz ve çevremiz tarafından oluşturulduğunu ortaya koyuyor. Bu yoğun zihinsel programlanma yirmili yaşlarımızın ortalarına kadar sürüyor. Özellikle bu dönemde bize güçlü duygular ve hayal kırıklıkları yaşatan olayların kayıtları büyük önem taşıyor. Çocukken çok arzu ettiğimiz bir oyuncağın kardeşimize alınırken bize de alınmasını sağlayamamamız basit bir durum gibi gözükse de beynimizde ‘değersizlik ve güçsüzlük’ duygularının kaydına yol açıyor. Bu duygu kayıtları aynı duyguların tekrar tekrar yaşanmasıyla bilinçaltımızda güçlü nöron ağlarının oluşmasını sağlıyor. Bu nöron ağları her tetiklenişte, beynimizin hipotalamus bölgesini uyararak bedenimize nöropeptitler adı verilen kimyasallar salgılatarak besleniyor. Bu beslenme zamanla bir bağımlılığa dönüşüyor. Bilinçaltında oluşan bu bağımlılık aynı duyguları yaşatacak olayları farkında olmadan yaşamımıza davet etmemize yol açıyor.

Bu daveti nasıl mı gerçekleştiriyoruz?

Zihinsel yapımızı oluşturan nöronlarla ürettiğimiz düşüncelerimizin bir enerjisi ve frekansı var. Biz hangi tür enerjiler veya frekanslarla düşünürsek potansiyel olasılıklar arasından benzer enerjileri taşıyan olayları yaşamımıza çekiyoruz. Bu yüzden bize istemediğimiz duyguları yaşatan benzer deneyimleri tekrar tekrar yaşayıp duruyoruz. Bunda bilinçaltımızın enerjini frekansı belirleyici oluyor. O zaman şu soruyu soralım: Acaba pozitif düşünce ile bu kısır döngüden kurtulabilir miyiz?Tek başına bilinçli pozitif düşüncenin bilinçaltında yerleşik güçlü negatif duyguların üstesinden gelmesi mümkün olamıyor. Bunu pozitif düşünme tekniğini kullanan kişilerin yaşamlarında arzu ettikleri değişimi yapamadıklarından görebiliyoruz.

Peki, durum böyleyse başımıza gelmesini istemediğimiz şeyleri de düşüncelerimizle nasıl engelleyebilir ya da başımıza gelmesini istediğimiz güzel şeylerin ortaya çıkmasını nasıl sağlayabiliriz? Önce değişimi gerçekten arzulamak ve alışık olduğumuz davranış modeli kalıbından çıkmamız gerekiyor zira bu davranış modeli bilinçaltımızdaki güçlü duygu kayıtlarının esareti altında. Bu kayıtlardaki temel duygular; güçsüzlük, yetersizlik, çaresizlik ve değersizlik. İşte tam bu noktada aşmamız gereken büyük bir engelle karşılaşıyoruz,,, zihnimiz. Zihnimiz yapısı gereği bizi “sen değişimi bırak, riske girme,  eskisi gibi devam et böyle daha güvendesin” telkinleriyle bizi engelliyor. Diğer yanda ise yaşadığımız olaylar bize güçsüzlük, yetersizlik çaresizlik ve değersizlik duygularını tattırarak ”artık bu duygulardan çık değiş ve kurtul” mesajını veriyor.

Kuantum fiziği bize, bu gezegende gerçek insan olma yolunda ilerlerken, yaptığımız seçimlerle önümüzdeki sonsuz potansiyel olasılıklardan birini gerçekleştirdiğimizi böylece neleri nasıl yaşayacağımızın kendi elimizde olduğunu söylüyor.

YORUMLAR
İlk yorumu sen yap !